23:53 İlk Cinayet

İlk Cinayet
Ben hep acı içinde yaşayan bir adamım! Bu sıkıntı âdeta kendimibildiğim anda başladı. Belki daha dört yaşında yoktum. Ondan sonra yaptığımdeğil, hattâ düşündüğüm kötülüklerin bile vicdanımda tutuşturduğu sonsuzcehennem sıkıntıları içinde hâlâ kıvranıyorum. Beni üzen şeylerin hiç biriniunutmadım. Anılarım sanki yalnız hüzün için yapılmış. *** Evet, acaba dört yaşımda var mıydım? Ondan önce hiç bir şeybilmiyorum. Bilinç, başımıza nasıl yakmayan bir yıldırım gibi düşer. Tolstoy,daha dokuz aylık bir çocukken kendisinin banyoya sokulduğunu hatırlıyor. İlkduygusu bir hoşlanma! Benimki müthiş bir sıkıntıyla başladı. Ben ilk kezkendimi Şirket vapurunda hatırlıyorum. Hâlâ gözümün önünde: Sanki dünyaya oanda doğmuşum, annemin kucağı... Annem, yanındaki çok sarı saçlı, genç birhanımla gülüşerek konuşuyor, cıgara içiyorlar. Annem cıgarasını ince gümüş birmaşaya takmış. Ben bunu istiyorum. - Al ama ağzına sürme! diyor. Bana bu ince maşayı veriyor, cıgarasını denize atıyor. Galiba yaz. Çokaydınlık, çok güneşli bir hava... Annem, konuşurken mavi tüylü bir yelpazeyiyavaş yavaş sallıyor. Ben kucağından kayıyorum. Beni kollarımdan tutarakyanına oturtuyor. Gümüş maşacığın halkasına parmağımı takıyor, annem görmedenucunu ağzıma sokuyor, dişlerimle ısırıyorum. Konuştuğu sarı saçlı hanımınçarşafı mavi... Ben beyazlar giymiştim. Başım açık. Saçlarım çok. Hem galibadağılmış. Annem bunları düzeltirken başımı yukarıya kaldırıyorum. Güneşten kumkum parlayan tentenin kenarında el kadar bir gölge kımıldıyor. - Bak, bak! diyorum. Annem de başını kaldırıyor: - Kuş konmuş, diyor. Bu kuşu isteyince, - Tutulmaz, diyor. Ben yine istiyorum. Annem şemsiyesiyle bu gölgenin altına vuruyor. Amagölgede kımıltı yok. Yine yanımdaki hanıma dönüyor: - A, kaçmadı. - Neye acaba? - Yavru olacak mutlaka. - ... - Anne, ben kuşu isterim! diye tutturuyorum. O vakit annem yelpazesini bırakıp ayağa kalkıyor, beni koltuklarımınaltından tutuyor ve küçük bir top gibi dışarıya kaldırırken diyor ki: - Birdenbire tut ha! Başım keten tenteye yaklaşınca, gözlerim kamaşıyor. Ellerimiuzatıyorum. Tutuveriyorum. Bu, beyaz bir kuş... Annem alıyor elimden, öpüyor,sarı saçlı hanım da öpüyor, ben de öpüyorum. - Ah, zavallı daha yavru. - Martı yavrusu. - Uçamıyor olmalı. - Denize düşerse boğulur. - ... Öteki kadınlar da söze karışıyor, «Yaşamaz!» diyorlar. Annem beyazkuşu «A zavallı, a zavallı!» diye uzun uzadıya okşadıktan sonra benim kucağımaveriyor. - Eve götürelim, belki yaşar, diyor, ama sakın sıkma yavrum. - Sıkmam. - Böyle tut işte. Gümüş maşacığına bir ince cıgara takıyor. Yanındaki hanımla yinedalıyor söze. Kuşcağızın tüyleri o kadar beyaz ki... Dokunuyorum...Kanatlarının kemikleri belli oluyor. Ayakları kırmızı. Kaçmak için hiç çırpınmyor, şaşırmış. Gözleri yusyuvarlak. Kırmızı gagasının kenarında sanki sarı birşey yemiş de bulaşığı kalmış gibi sarı bir iz var. Boynunu uzatarak çevresinebakmağa çalışıyor. Ben o zaman gözlerimi anneme kaldırıyorum. Yanımdakihanımla gülüşerek konuşuyorlar. Benimle ilgili değil. Sonra beyaz kuşun uzananince boynunu yavaşça elimle tutuyorum. Bütün gücümle sıkmağa başlıyorum.Kanatlarını açmak istiyor. Öteki elimle onları da tutuyorum. Mercan ayaklarıdizlerime batıyor. Sıkıyorum, sıkıyorum, sıkıyorum. Dişlerimi, kırılacak gibisıkıyorum, gık diyemiyor. Sarı kenarlı gagacığı titreyerek açılıp kapanıyor.Pembe sivri dili dışarı çıkıyor. Yuvarlak gözleri önce büyüyor. Sonraküçülüyor, sonra sönüyor... Birdenbire, kasılmış ellerimi açıyorum. Beyazkuşçağızın ölüsü «pat!» diye düşüyor yere. ...
Annem dönüyor, eğiliyor. Yerden bu henüz sıcak masum ölüyü alıyor.«A... Aaa... Ölmüş!..» dedikten sonra bana dik dik bakıyor: - Ne yaptın? - ... - Sıktın mı? - ... - Söyle bakayım? - ... Karşılık veremiyor, avazım çıktığı kadar ağlamağa başlıyorum. Anneminelinden beyaz kuşun ölüsünü sarı saçlı hanım alıyor: - Ah, ne günah! - ... - Zavallıcık. - ... Başka kadınlar da söze karışıyor. Karşımızda oturan şişman, yaşlı birkadın cinayetimi bildiriyor: - Boğdu. Gördüm vallahi, ne hain çocuk... - ... - Annem sapsarı kesilmiş, sesi titriyor: «Ah insafsız!» diye bana yine acı acı bakıyor. Daha beter ağlıyorum. Okadar ağlıyorum ki... Beni artık susturamıyorlar. Ne vakit, nerede, nasılsustuğumu bugün hatırlayamıyorum. Sanki sonsuza kadar ağlıyorum. Kendimi bilir bilmez yaptığım bu cinayetin üzerinden işte otuz yıldanfazla bir zaman geçti. Şimdi Şirket vapurlarının güvertelerinde otururken nezaman bir martı görsem, birdenbire, neşemi kaybederim. Bir çocuk haykırışıyleağlamak isterim. Yüreğimin içinde derin bir sızı büyür, büyür. Göğsümü acıtır. «Ah insafsız!» diye beni azarlayan anneciğimin hiç bitmeyen paylamasını duyar gibi olurum.